0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

17. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

17. KANLA KAPLI GELECEK.

İtalya, Sicilya.

Salvador Russo. 

"O masada söyledi, Carlos oradayken..."

Elimdeki kristal cam bardağı bağırarak karşımdaki tablonun üzerine fırlattım. Bardak patladı ve camlar dağılıp etrafa saçıldı. Oda o kadar büyüktü ki, camların bir tanesi bile bana sıçramadı. Kendimi tutamadığım için dişlerimi sıkıp koltuğa geri düştüm, birazdan kapının açılacağını biliyordum. Titreyen elimi gömleğime götürüp ilk düğmesini sökerken de odanın kapısı gürültüyle aralandı. Angel yerdeki cam parçalarına bakarak içeriye girdi ve onaylamayan birkaç mırıltı çıkararak odanın içine kadar ilerledi. "Bir bebeğimiz olsaydı ağlayarak uyanırdı," dedi kıkırdayarak.

"Çık," dedim ona. Sinirliyken yanımda olmasını istemiyordum, ona en yumuşak halimi göstermeye alıştığımdan beri başka türlüsünden nefret ediyordum.

"Odamıza döneceğim ama bir şeyler kırmaya başladığın için uyuyabileceğimi sanmıyorum," dedi, gülümseyerek ellerini masanın karşı tarafına koyarken. Kızıl saçları su dalgaları şeklinde göğsüne, omuzlarına yaslanmıştı. Beyaz, kuşağını bağladığı geceliği içindeydi. 

"Göz altlarındaki şu şeyi çıkar," dedim.

Elleriyle göz altlarındaki beyaz şeylere dokundu. "Maske onlar. On beş dakika olmadan çıkaramam hayatım."

"Kaç dakikası kaldı?"

"Beş."

"Alerji falan yapabilir," dedim, onunla bu saçma konuşmaya devam etmek için. Kafamı dağıtmasına çok ihtiyacım vardı.

"Bende her şeyin bir çözümü vardır," diyerek bilmişlik tasladı.

Masanın üzerindeki silahıma baktım. Karmen gideli üçüncü gün sonlanıyordu. Ve daha o gitmeden önce bile, o gece Carlos bu evden çıkarken gerçekleri biliyordum. Karmen'in, gerçekleri, ailemizden olmayan birisinin yanında açmasının tek sebebi Carlos'un bebeğin babası olması olduğunu seziyordum.

O masada kalkıp bebeğin babası olduğunu söylemedi.

Kardeşimi küçük düşürdü.

Beni bile küçük düşürebilirlerdi ama Karmen'i asla.

Fakat duruyordum, çünkü Karmen söylemediyse, onu öldürmediyse bebeği için olduğunu biliyordum. Bebeğinin babasını öldürmedi ve öldürmemizi istemedi.

Bebeği için yapamadı ama o da benim bebeğim, kızım, kardeşim.

Öldüremezsem öldürmüş kadar olmam gerekecek.

Sandalyemi itip silahımı aldım ve karım her hareketimi izlerken masanın arkasından çıktım. Angel önüme geçince uzanıp gözlerinin altındaki saçmalıkları alıp fırlattım. "Beş dakika doldu bebeğim."

"İçimden sayıyordum, on saniye kadar kalmıştı."

Şansa ihtiyacım olmadığını biliyordum ama yine de onu sertçe öptüm. Bana hemen kuşağının önünü açtı ama karşı koydum, onu bize ait kattaki çalışma odamda bırakıp koridora çıktım. O kadar sabırsız hissediyordum ki, merdivenlerde vakit kaybetmeden asansörü kullandım. Malikanenin zemin katına indiğimde Noahla Dante'yi açılan kapıdan girerken gördüm. Sara onları buyur edip geri çekilirken korkuyla hareket ediyordu, çünkü Dante'nin boynuna doladığı yılanı görünce dehşete düşmüştü. 

"Dante," diye kızdım. "Angel korkuyor, o yılanı deliğine sok." 

"Angel'in korkuyor olması bunu daha eğlenceli yapıyor," dedi Dante, yılanın kafasını tutup kaldırarak.

"Karmen yılana öyle davrandığını bilmesin," dedim ve o ikisi arasından geçerek kapıdan çıktım. "Onu deliğine bırakıp arkamdan gelin."

Kapıdan çıktığım an etrafımı saran korumaları görüp arabama ilerledim. Şoförüm hareket edince onu elimle durdurup kendimi şoför koltuğuna attım, korumalar arkadaki arabaları doldururken evin dördüncü katına baktım. Babamın çalışma odasından aşağıyı izlediğini görünce şaşırmadım, gözleri her zaman üzerimizdedir; ben fark edeyim ya da etmeyeyim. En üst, beşinci katın ışıkları tamamen kapalıydı. Çünkü en üst kat Karmen'e aitti, ailemizdeki tek kadın olarak hak ettiği saygınlığı tartışmaya gerek bile yoktu. Dördüncü kat babamındı, üçüncü kat benim, ikinci ve birinci katlarda Dante ile Noah'ın.

Araba kapılarım açıldı ve Dante ile Noah arka koltuklara yerleşti. Onlara dikiz aynasından bakıp arabamı çalıştırdım, süratle Carlos'un evine sürmeye başladım. Noah ile Dante önce birbirleriyle bakıştılar, sonra da bana döndüler. "Nereye gidiyoruz?"

"Farkında mısınız?" diye sordum.

"Neyi?"

"Bebeğin babası Carlos."

Oturdukları deri koltuklar gıcırdadı, yumruklarını sıktıklarını görebiliyordum. Hiçbir şaşkınlık izini yakalayamadım ve onların da bunu anladığından emin oldum. "Karmenle yattı," dedim, Sicilya'nın soğuğu camdan içeriye girerken. "Onu baştan çıkarttı, aklına girdi. Hamile kalınca da reddetti, küçük düşürdü. Kardeşim cesurca hepimizin karşısında hamile olduğunu söylerken onu sahiplenme cesareti bile gösteremedi."

"Bunları kendi aramızda konuştuk," dedi Noah, zıvanadan çıkmış halde. Ki, o en sakinimizdir, en sabırlımız. "Fakat sana söylemedik. Biz de Carlos olduğunu düşünüyoruz."

"Özür dilerim." Dante her ikimizin gözlerine bakarken kızardı. "O benim arkadaşımdı, bunu öngöremedim, fark edemedim."

"Hepimizin suçuydu." Noah kimse onu tutamazmış gibi görünerek belinden silahını çıkardı ve Dante ile aralarına koydu. "Hiç şüphelenmedik, farkına varmadık. Karmen'i okulundaki birkaç piçten korumaya çalışıyordum, Carlos olabileceği aklıma gelmemişti."

"Noah haklı, Karmen'i incitecek kadar yaklaşmasına hepimiz birden izin verdik." Kız kardeşimi koruyamadım ve bu benim gibi bir abinin başına gelen en köyü şeylerden birisi. "Ve şimdi göze göz, dişe diş."

Korumalara sinyali verip arabayı Carlos'un malikanesine yaklaştırdım ve evin etrafındaki korumalar hareketlenirken de çıktım. Noahla Dante peşimden gelirken, korumalarımız arabalardan inip etrafa dağılmaya başladı. Malikanenin kapısındaki baş koruma merdivenleri inerek, "N'oluyor böyle?" dediğinde, arkamdaki korumalar müdahale olup onu paketledi. Bununla beraber silah sesleri patlamaya başladı, ben kardeşlerimle beraber malikaneden içeriye girdiğimde ortalıktaki hizmetçiler kaçıştı.

"Carlos!"

Evin içinde kendi etrafımda dönerken dışarıda kalan kargaşaya kulaklarımı tıkadım. Dante bana üst katı gösterdiğinde, silahımı belimden çıkararak merdivenleri ikişer ikişer çıktım. Carlos yalnız bir adamdı, ailesi yoktu, bu yüzden evin içinde ondan başkası olmadığını biliyordum. Noah beni koruyarak arkamdan çıkarken, ikinci katın holünde duraksadım. Carlos elinde bir silah tutarak, öfkeyle bakarak basamakları inerken, "Evime nasıl böyle girersiniz?" diye bağırdı. "N'oluyor Dante?"

"Bağırıyorsun, bir adam gibi. Ama değilsin." Basamakları çıkıp soluğu karşısında aldığımda silahını kaldırıp bana doğrulttu, ben de farklı bir şey yapmadım. Onun arkasından, üst kattan da iki ayrı koruma inip silahlarını bizlere çevirirken, Carlos'un gözlerinin derinliklerine baktım. "Kardeşimi kandırdın."

Dikkatle baktığım gözlerinden bir duygu yeli esti ve sonrasında çenesini yukarıya kaldırıp omuzlarını silkti. "Ben kimseyi kandırmadım. Bebeğimizle birlikte çekip giden o."

"Dalga mı geçiyorsun!" Diye bir bağırmayla yanımıza kadar geldi Noah ve silahını benim gibi Carlos'un yüzüne doğrulttu. "Kardeşimi küçük düşürdün, onu hamile bıraktın ve sonra bebeği yok saydın! Hepimizin gözü önünde, o yemekte! Çıkıp benim bebeğim diyemedin!"

"Haberim olmadı!" Carlos'un gözlerindeki acıyı okuyabiliyordum ama kardeşime bir kalpsiz gibi davrandığını da biliyordum. "Yemek masasında bir anda söyledi, bana daha önce bahsetmemişti! Dehşete düştüm, hatta dalga geçtiğini düşündüm!" Silahı tutan eli titreyerek aşağı inerken, diğer eli saçlarının arasından geçti. "Kafam karışmıştı, n'olduğunu anlayamıyorum! Benden başka birisiyle yatmadığını biliyordum, bunu yapamayacak kadar bana aşıktı, o çocuk bendendi ama... beni buna hiç hazırlamamıştı, kalkıp çocuğun babası olduğumu söylememi istiyor muydu bunu bile anlamadım!"

"Anlamadın mı? Onu seviyor olsaydın gözlerinden anlardın!" Noah silahı ateşlediğinde, korumalar basamakları inmeye yeltendi ve bir kurşunda bunun üzerine patladı. Dante, sol taraftaki korumayı kafasından vurunca diğer koruma hareket edemedi, önüne düşen adama doğru baktı. "Bir erkek olsaydın kardeşimi o an yalnız bırakmazdın Carlos. Seni o evden kovdum ve arkana bakmadan gittin. Kardeşim bununla tek başına mücadele etmek zorunda kaldı, ailesinin karşısında utandırdın onu!"

"Bana bir şans vermedi!" Suçlayarak konuşması tepemi arttırdı, bu yüzden bir elimle boynunu kavrayarak onu korkuluğa doğru bastırdım. Kafası arkaya doğru düşerken, vücudunun üst kısmı da arkaya doğru eğildi. "Aramalarıma çıkmadı, mesajlarıma, maillerime dönmedi. Ona çocuğu istediğimi söyledim ama ortadan kayboldu!" 

"Hakkını kaybettin. Şimdi kardeşim ne isterse öylesini yapar," dedi Dante, kurşunu sıktıktan sonraki ilk konuşmasıydı.

"Karnındaki benim bebeğim." Carlos kaşlarını kaldırıp sırasıyla üçümüze de baktı. "Bunu değiştiremezsiniz. Karmen'i bulacağım."

"Sakın," dedi Noah, sabırsız bir şekilde. "Kardeşimi aramayacaksın, uzak duracaksın. O, kendisi için ne istediyse öyle olacak."

"Asla," dedi Carlos, ölümün ucunda olmasına rağmen.

Onu doğrulttum ve hâlâ boğazını tutarken etrafımızda artan korumaları hissettim. Kimse artık diğerini vurmuyordu, çünkü bunun sonu gelmiyordu. Bizim buna son vermemiz için bekliyorlardı. Silahımı Carlos'un alnına koyup emrettim. "Karmen ne isterse ve nasıl isterse öyle olacak. O geri dönüp, bizden seni öldürmemizi isteyene kadar yaşayacaksın." Boğazını bıraktım ve namluyu aynı saniye alnından çektim. Genzini öksürerek temizledi, yutamadığı tükürüğü basamağa tükürüp öfkeyle baktı gözlerime. Basamakta bir iki adım geri çıkıp omuzlarımı silktim. "Ve o bunu söylediği an seni öldüreceğim."

O da indirdiği silahı kaldırdı. "Bana o kadar aşık ki, bunu asla söylemeyecek."

Noahla Dante’ye işareti verip gitmek üzere arkamı döndüm. Korumalar derhal hareket etti ve bizi koruyarak etrafımızda bir çember oluşturdu. Carlos'un adamları kapıya kadar bize silah doğrulturken, Noah ile Dante'nin bakıştığını gördüm. Bir şey yapmak istediklerini biliyordum ama bana saygılarından son sözüme karşı çıkmıyorlardı.

"Bu arada," dedim sonra arkamı dönüp. Basamakta nefes nefese duran Carlos'a bakıp aklından çıkarmayacağı uyarıyı yaptım. "Bana bir daha silah kaldırma." Bunu söyledikten sonraki hamlem silahımı eline kaldırmak ve kurşun sıkmak oldu. Kurşun eline saplandı ve tuttuğu silah yere düşerken, kükreyerek eline eğildi. Dizleri seğirerek basamakta yalpalarken, adamları ona koştu ve bazıları bize yöneldi. Onları korumalarıma bıraktım ve kardeşlerimle birlikte malikanenin kapısından çıktım.

Karmen'in itibarı ve gözyaşları söz konusu olduğunda yaptıklarından övünen bir şeytana dönüşürüm.

🎠

Türkiye, İstanbul.

Kalbimin atış sesiyle uyandım.

Önce kalbim attı, vücuduma kan pompalandı ve bir inleme dudaklarımdan çıkarken şok etkisiyle gözlerim açıldı. Bedenim kilitlendi ve son anım bana neyin içinde olduğumu hatırlattı.

Emniyette miydim?

"Kendinize geldiniz," dedi, aklımda kalan o ses. Polis memuruydu.

Gözlerimi kendimde, etrafta dolaştırdım. Başka bir koğuşta, yerde oturuyordum, sırtımı arkaya yaslamışlardı. Polis memurlarının ikisi de ayakta, karşımda dikiliyordu. Neden araca bindirilip götürülmediğimi anlamamıştım. Yaman ile Feda neredeydi? Yoksa onlar benden önce tutuklanmış mıydı? "Beni neden emniyete götürmediniz?" diye sordum.

"Deren Ateş siz ayrıca, önceden görmek istedi." 

Kulaklarıma öyle bir sıcaklık yükseldi ki, kanıyormuş gibi hissettim. Feda'ya hayal ettiği şeyleri bana yapmak için buraya geliyordu, polisler de bu yüzden beni götürmüyordu. Yaman'ın adını dudaklarımdan çıkarmamak, onu da tehlikeye atmamak için kendime son anda engel olup başka bir şey sordum. "Nil? O nerede? Kendine geldi mi? Hassastır o, ağlıyordur..."

"Hanımefendi, kızı bağlamışsınız," dedi bir diğer polis. "Kızı esir tutuyordunuz, üstüne bir de iyi midir diye soruyorsunuz? Akıl tutulması mı yaşıyorsunuz!"

Ben yapmadım, diyecektim ama burada bana inanacak kimse yoktu.

Yaman... Ondan bir daha şüphelenmeli miydim?

"Burada başka bir adam vardı," dedim kızgınlıkla. "Kendinden geçmiş bir adamdı; Feda. O nerede? Gördünüz, yakaladınız mı?"

Polisler birbirlerine doğru kaş çatarak baktılar. "Sizi yakalamak için geldik, burada başkası yoktu. Suçu kime atmaya çalışıyorsunuz?"

"O buradaydı!" Diye bağırdıktan sonra gözlerim boşluğa doğru kaydı. Soğuk bir acı hissettim. Yaman benimle oyun mu oynamıştı?

"Kim ihbarda bulundu?" diye sordum bu kez.

Memur sıkılmış bir nefes alıp ellerini beline koydu. "Burada soruları biz soruyoruz. Bir suçluya bu açıklamaları yapmıyoruz."

Deren... O buraya geliyordu. Bunu durdurmanın bir yolu yoktu. Arabayı, hiç sürmediği kadar hızlı sürdüğüne emindim. Nil dışarıda olmalıydı, ilk yardım çalışanları incittiğimi düşündüğü için onu muayene etmişlerdir. Polisler ona gördüklerini anlattıklarında Deren Nil'i benim o hale getirdiğimi düşünecekti. Nil'i bağladığımı, kendinden geçirecek şeyler yaptığımı, kırdığımı...

Ben Yaman'ın ihanet etmiş olma ihtimalini bile kaldıramıyorken Deren ne hissedecekti?

"Böyle karşı karşıya gelirsek Nil'i incitmediğime, ona zarar vermediğime asla inanmaz..." kendi kendime konuşarak yukarıya baktım, polislerden birisi elindeki telsizle konuşurken diğeri beni izliyordu. "Beni bırakın, size istediğiniz ne varsa veririm."

Polis memuru, "Polise rüşvet teklif ettiğinizi de dosyanıza işleyeceğim," dedi.

Her şey benim için o kadar sessizleşti ki, kanımın damarım içindeki akışını bile hissetmeye başladım. Terim soğuk şekilde iniyordu, kemiklerimle derim arasındaki boşluğun bile farkındaydım sanki. Kalbim üst üste sıkışıyordu, bir kurşunun bunu durdurup her şeyi bitirmesini öyle çok istedim ki ölmek için çırpınmaya başladım kelepçeli bileklerimle.

Polis müdahale edip bir şeyler söylese de anlamadım, yalnızca Deren'in beni birazdan göreceğini düşünüyordum. Çevremi algılayamıyordum, nefes darlığım başlamıştı. "Beni böyle göremez!" Diye bağırdım. "O kadar şey yaptım! O kadar şeyi değil de bu yalanı, bu oyunu görüp aldanamaz... Nil'e asla böyle davranmayacağıma inanmaz, böyle görürse asla geri dönüşü olmaz."

Saf karanlığımda cılız bir ışık farkına vardım.

"Nil... Nil ona nasıl davrandığımı biliyor, onu sevdiğimi de. Deren'e söyleyecektir, onunla iyi anlaştığımızı söyleyecektir... Tabi ya..." gülümsemeye başlayıp sonra gözlerimi öfkeyle yumdum. "Yaman, Feda'yı n'aptın Yaman!"

Polis, "Hiçbir yere kaçamayacaksın,” dedi. "Emniyete haber uçtu, yakalandığın haberlere bomba gibi düştü! Son dakika haberlerinde Nil Ateş'in bulunduğu yazıyor, muhtemelen akşam saatlerin de de fotoğrafın servis edilecek."

Sus... Gerçekten sus.

"Edip Akşın'a da uçmuş haber," dedi diğer polis.

Ah... Beni öldürmek için sıraya giriyor olmalılardı.

Bir telefona ihtiyacım vardı; Noah'ı aramak için.

Ayaklarım üstünde doğrulmaya başladım ve bir anda polislerin üstüne koştum. Birisi öne çıkıp silahını yüzüne doğrulttuğunda bile durmadım. Bunun üzerine bağırıp elinin tersini suratıma vurdu ve beni sertçe yere savurdu. Dizlerim üstünde düşünce gözlerimi yumup alt dudağımı ısırdım. Bir polis olduğu için bana böyle vuracağını düşünmemiştim, bunu yapabildiğine inanamıyordum.

"Yapma," dedi diğer memur ve başım öfkeyle doğrulup arkama döndüğünde, ikisine de dişlerimi sıktım. Diğeri telefon açmış, karşı tarafı dinliyordu. Bu konuşmaya odaklanıp bana vuran polisten ilgimi çekerken, "Peki, bekliyoruz Deren Bey," dedi konuşan.

Gelmiş miydi?

Memur telefonu indirip kumaş pantolon cebine koyduktan sonra yerde titreyen bana baktı. "Deren Ateş bir dakika içinde burada olacaktır. Emniyet müdürü, kendisine sonsuz kredi vermiş görünüyor. Biz ayrıldıktan sonra size yapılanları hiçbir yerde konuşmamanız iyi olur."

Soluğum, yüzümdeki saçı uçururken gözlerim tekrar boşluğa takıldı. Saniyeleri saymaya başladığımı bile sonradan fark ettim. Kalan saniyeler kırktan geri düşmeye başlayınca içimde çığlığım yankılandı. Kalbimin sağ çıkmayacağını en başından biliyordum, öyleyse neden bu kadar çok acıyordu?

Üç,

İki,

Bir.

Kapının ses çarpıcı şekilde yankılanınca ürperip yerdeki gözlerimi büyüttüm. İçeriye nefes nefese girişini hissettim ve sonra adımların devam etmediğini fark ettim. Beni görmüş müydü? Bu yüzden mi duraksamıştı? Şoke mi olmuştu? Yüzümü kalbimin altına saklasam, ben olduğumu gizlesem, kaçsam, yapmadığımı söylesem... 

"Karmen?"

Duraksadım ve başımı kaldırıp baktım.

Karşımdaki Deren değil, Derya'ydı. Ve sırıtıyordu.

Vücudum biçimsizleşti, hafifleyip duruldu. "Seni orospu çocuğu," dedim, oyuna geldiğimi anladığım o an.

"Canım, şahane görünüyorsun," diyerek yanıma kadar geldi. Elleri kumaş pantolonu cebindeydi, hazdan ve keyiften gözlerinin içi ışıldıyordu. "Bu renk seni açıyor."

Siyah giyiyorum.

Doğrulup karşısında dikilmeye başlarken, yüzümün önüne gelen saçlarımı üfledim. Derya beni baştan aşağıya süzüp arkasındaki adamlara döndü, onlara sertçe kapıyı gösterip tekrar benimle bakıştı. "Polis üniforması bulmak hiç zor olmadı biliyor musun?"

"Nil'i sen kaçırıp bağladın," dedim yaklaşıp burnunun dibinde durarak. "Ne yaptın da kendinden geçti?"

Omuz silkti. "Uyuyordu canım."

"Siktir git, yalancı!"

Sesime tahammül edemiyormuş gibi geriye bir adım atıp yüzündeki o aptal sırıtışı sildi. Dudaklarının tek bir çizgi halinde ifadesizleşmesi, durumu benim kadar ciddiye aldığını göstermeye başladı. "Yaman'ı takip ettirmek, sonra karıştırdığınız haltları anlamak, Nil'i alıp buraya getirmek falan çok da zor olmadı." Gittiği kadar yaklaşıp burnumun dibine girdi, dişleri arasından bağırdı. "O cinayeti üzerine yıkman kadar kolaydı!"

"Neyden bahsettiğini bilmiyorum," diye inkâr edip bu aptala arkamı döndüm. "Çabuk çöz beni."

Gergin bir ses çıkarıp, "Buraya bakın," dedi ve ardından kapı açıldı. Adamlarından birisi anahtarı getirip defolduğunda, Derya ellerimden tutup kelepçeyi çözmeye başladı.

Ellerim serbest kaldı ve arkamı döndüğüm anda kolumu geriye atıp yumruğumu suratına çarptım. 

Derya, daha başını kaldırmamışken aldığı bu darbeyle küfredip geriye sıçradı ve ellerinin ikisini birden yüzüne kapatırken, "Allah'ın belası!" Diye isyan etti. Üzerine uçtum ve siyah gömlek yakalarından kavradım, onu geriye sarsıp deli gibi bağırdım. "Yaman ile Feda'nın nerede olduğunu söyle!" Bir elimi boğazının etrafına sarmayı denedim, avucum terliydi ve titrerken bunu yapmam zaman aldı. Derya uzanıp kafamın arkasından tuttuğu saçlarımı çekerken, gözlerimiz kinle tekrardan birleşti. "İkisini de sağ şekilde bana vereceksin. Yaman ve Nil'in de canı yanmamış olacak!"

"Yok ya. Başka?" Onu tanımaya başladığım zaman kendime sorduğum sorunun cevabını şimdi biliyordum. Derya hafife alabileceğim birisi değildi. "Vermiyorum, n'apacaksın?"

"Senin canını alırım. Yapamaz mıyım? Öyle bir yaparım ki üstelik... Sen de biliyorsun Derya." Sırıttım. "Senin cinayetini de Nalan'ın üstüne yıkarım, yapmadığım şey değil değil mi?"

Beni saçlarımdan daha sert çekti, ben de boynunu daha şiddetli sıktım. Gömlek yakasını öyle tutuyordum ki, sürttüğü tenini kızarmaya başlamıştı. "Korkma, vermemek niyetinde değilim zaten," dedi, gözleri parlayarak. "Gönül isterdi ki Nil'i alıp ben buldum diye ortaya çıkayım ama Deren benden bilir, asla yakamı bırakmaz." Başımdaki ağrı aniden kesilince saçlarımı bıraktığını anladım. Fakat ben onu bırakmayacaktım, hatta daha fazlasını yapmak istiyordum. "Yaman ile Nil'i vereceğim ama Feda'yı değil."

Dayanılmaz bir sinirin eşiğindeydim. "Sakın aklından geçirme Derya, alamazsın onu."

Küstah bir tavırla, "Aldım ya zaten," dedi. "Madem İtalya'ya gitmedin, Nil'i tamamen onların hayatından çıkarmadın ben de diğer bir yoldan giderim. Hepsi Feda'yı arıyorken Feda'yı götürürüm emniyete, onu bulduğumu gördüğünde Nalan için kahraman olurum."

"Bu plan çok aptalca!" Dedim hemen. "Nalan Deren'in Feda'yı bulduğunu öğrenmişti zaten, sen bulmuş sayılmazsın!"

"Anlamıyorum," dedi, anlamamak onu düşündürüyordu. "Feda'yı neden yakalamak istedin? Neden en başında ona suçu attın? Onunla ticaret mi yapıyordunuz? Belli bir bağınız vardı ve şimdi onu çok istiyorsun..." olmaz dercesine kaşlarını kaldırdı. "Hayır, yapmayacağım. Nalan her geçen gün tükeniyor, tam şimdi onun için kurtarıcı olmalıyım Karmen."

"Her şeyi anlatırım," dedim bunun karşılığında. Sonuna yaklaşmışken Feda'yı kaybedemezdim. "Nalan'a, en başından beri bildiğini söylerim, Karina'yı nasıl incittiğini de..."

Durdu bir. "Karina kim be? Tanımıyorum bile."

Ağzımı açıp kapattıktan sonra, "Nil," diye düzelttim. "Nil'e yaptıklarını anlatırım."

"Çek şu elini be aptal... Sana inanmazlar, gerçekleri anlatırsan ancak kendini bitirmiş olursun."

"Deren inanır." Peki bu söylediğime ben inanıyor muyum?

Derya bu söylediğime o kadar ihtimal vermedi ki, geçiştirip ellerini bir daha ben itmek için kullandı. "Aptal," diye kızdı bana. "Keşke Deren'in hayatına başka koşullarda girseydin, sana âşık olup defolup gitseydi bir yerlere!"

Konuya dönmeye çalışıp, "Feda'yı nereye götürdüğünü söyle artık," dedim.

"Veremem yahu, anlamıyor musun?"

"Anlamıyorum lan, anlamıyorum!" Sabırsızca ellerimi savurdum. "Feda sana hiçbir şey kazandırmaz, bırakırsan eğer ben yapmam gerekeni yapacağım. Daha sonra... Ben onunla işimi bitirdiğimde sana verebilirim, sen götürürsün polise."

"Hayır," dediğinde çığlık atarak ellerimi yüzüme vurdum. "Kahretsin! Mahvediyorsun her şeyi Derya!"

"Olmaz," dedi yeniden ve arkasını dönüp ilerlemeye başladığında aksiyon alıp koştum. O kapıdan çıkarken kolundan tutup durdurmaya çalıştım. "Derya, çok yanlış yapıyorsun. Bunu yaparsan elimden kurtulamazsın. Bak yemin ederim sadece ben de olmam. Noah'a adını vermem yeter, abilerim sana bu dünyada cehennemi yaşatır."

"Hiç sanmıyorum," dedi.

Haberi yoktu, gerçekten ona neler yapacağımdan, yapabileceğimizden haberi yoktu. "Bir korku filminin içine düşürürüm seni, çıkışı asla bulamazsın."

"Uyarın için teşekkür ederim." Bir anda durunca vücudum omzuna çarptı, derhal başımı kaldırıp ne diyeceğine baktım. "Nil ile Yaman iki üst kattalar. Üç üst katta da bir patlayıcı var, daha önceki gibi." Göz kırptı. "Bence on dakika içinde buradan uzaklaşın."

Süratle önümden çekilip yürümeye devam ettiğinde, beynimin arkasındaki bir gücün beni harekete geçirdiğini hissettim. Gerçekliğinden şüphe duysam da daha önce yaptığı için bunu riske atamazdım. Onun indiği merdivenlere doğru, "Feda'yı senden alacağım," diye çığlık attım ve sonra üst kata çıkmak için arkamı döndüm. İki adamının da Derya'nın arkasından inmek için önümden geçtiğini görünce, yanağımın altındaki ısı kendisini hissettirdi. Bana tokat atan adamın karşısına geçtiğim gibi, "Vaktim olsaydı daha fazlasını da yapardım," dedim ve o beni savuracakken, bugün ki ikinci yumruğumu suratına çarptım. "Geri zekâlı moron."

İki üst kata ulaşınca iki dakikanın çoktan geçtiğini tahmin etmiştim. Bir boğuk sesi takip edip koğuş kapısını açınca Yaman ile Nil'i buldum. Yaman o kadar fazla bağlanmıştı ki, her yerinde ip vardı sanki. Ağzına bir kravat sıkıştırılmıştı, bağırmaya çalışıyordu. Beni gördüğünde gözleri kocaman açıldı ve ben yanına koşup ağzından kravatı çıkardığımda, vücudu çırpınmayı bıraktı. "Özür dilerim," dedi sakinliğini koruyamamış şekilde. "Özür dilerim Karmen."

Konuşamadan kafamı iki yana salladım, hâlâ sandalyede kendinden geçmiş görünen Nil'e acıyla bakarak Yaman'ın iplerini çözmeye başladım. O kadar fazla ve düğüm atılmıştı ki, Yaman'ı zar zor bağlayıp başa çıktıkları barizdi. Elleri serbest kalınca vücudundaki ipleri çözmeye çalışıp, "Altı kişi birden yaklaştı, bir ikisiyle, sonra üçüyle dördüyle başa çıktım ama..." sesinde şiddet vardı. "Takip edildim. Takip edildiğimi fark edip atlatmıştım ama meğer iki arabayla birden takip ediliyormuşum. Çok aptalca. Ne desen ne yapsan haklısın. Sen iyi misin? Bağrış seslerini duyunca seni dövdüklerini sandım."

"Sonra konuşalım, şimdi çıkmamız lazım," dedim ve onun yanından kalkıp soluk soluğa Nil'e koştum. Yakından bakınca kıpırtısız kirpikleri beni dehşete sürükledi. Uykusunda bile ara kırpıştırırdı. Elimi korkarak nabzına götürünce canlılığı hissettim ve vücudundaki ipleri çözdüm. Nazikçe kucağıma aldığımda başı direkt göğsüme düşmüştü. "Nil'e n'aptı?" Diye sordum, çıkışa koşarak.

Yaman dağılmış suratıyla ve kanlı üstleriyle yanımda koşarken, "Bilmiyorum," dedi. "Kendime gelip onu sandalyede gördüğüme bile inanamadım ki, beni bayılttıktan sonra getirmiş olmalılar."

"Araba değiştirirken vakit kaybettim, benden önce gelip Nil'i..."

"Gece," diye fısıldadı Yaman, bir anda. Sesinde korkunç bir tehlike sezdim. "Nil'i aldıklarından senin de haberin yoksa... Gece yalnızken, savunmasızken almış olmalılar." Yanımdan yürüyüp merdivenleri daha hızlı indi, bir anda aramızda uçurum mesafesi açılmıştı.

Nil'i sarsmamaya çalışıp arkasından koştum ve binadan çıkarken, uzaktaki arabaları gördüm. Upuzun yolun sonundalardı. Yaman kendi arabasına koşarken ben de arabama ilerledim. Nil'i güvenli şekilde yerleştirdikten sonra uzaklaşmak için kendi koltuğuma oturdum.

Yaman'ı takip ettim ve kestirme yolu kullandık. Şile'ye dönene dek Nil'in uyanmamış olması canımı sıktı, birkaç kez arabayı durdurup nabzına bakmam gerekti. Muhtemelen onu sakinleştirmişti, ağlamasını durdurmak ve istediği oyunu çevirebilmek için.

Yaman'ın arabası önümde, tozu dumana katarak durunca ben de yazlığın önünde arabamı bırakıp indim. O eve koşarken arka koltuktan tırtılımı aldım. Eve yürürken sıkıca tutuyordum. Yaman'ın süratle girip açık bıraktığı kapıdan içeriye girdiğimde telaşla bağırdığını duydum. Nil'i en yakınımdaki koltuğa bırakıp Yaman'ın yanına koştum ve eğilip yerdeki Gece'ye baktım. Baygın yatıyordu, Derya onu etkisiz hale getirmenin yolunu bulmuştu. "Kızım, uyansana," diyerek Gece'nin yanağını okşadı Yaman ve sonra kollarını onun vücudundan geçirerek kaldırdı.

Aşağıya doğru sallanan kolunu tutup bileğinden nabzına baktım. Sağlıklıydı. "Odaya götür, biraz sars, uyanacaktır," dedim Yaman'a. Bana başını sallayıp süratle üst kata çıktı, Gece ile odaya girdi.

Arkama dönüp Nil'in yanına dönerken kendi nabzım da bir havai fişek gibi yukarı fırlamıştı. Başımı göğsüne koyup bir süre kalp atışlarını dinledim, bir hastaneye götürürsem durumu nasıl idare edeceğimi sorguluyordum. "Nil? Nil, aşkım? Beni duyuyor musun? Nasılsın?"

Elini kaldırınca göğüs boşluğumda rahatlamış bir hava sızdı. Sızlanarak elimi ittiğinde, "Benim," diye seslendim ona. "Nil'im."

"Anne," dedi gözlerini açarken, ağlayacak gibi. Beni gördüğünde bakışlarına bir tanıma çöktü, ardından üzüntü. "Annem neyde? Onun yanına gidiyoydum ben."

Derya bu eve gelip böyle mi söylemişti? Onu annesine götürünce belki de Nil gitmeye razı olmuştu. "Bir yerin acıyor mu?"

Gözlerini etrafta dolaştırıp yüzünü astı, belki de görmeyi umduğu evi, odasıydı. Bana cevap vermeden boşluğa doğru bakınca elimi alnına koyup ateşi var mı diye baktım. Elimi tutup iterken bana bağırdı. "Annemi istiyoyum!"

Yutkunup elimi hızlıca çektim. "Ateşine bakıyordum."

"Annem bakay! Sen benim annem değilsin!"

"Seni... üzecek bir şey mi yaptım? Neden bağırıyorsun?"

Koltukta doğrulup anlatmak istiyormuş gibi ellerini kaldırdı. "Annene götüy diyorum götürmüyoysun, babamı özledim diyoyum götüymüyorsun! N'apim ben, ağlıyım mı ha ağlıyım mı?"

"Gerçekten götüreceğim Nil, hatta bugün bile götürebilirdim ama..." Derya planlarımı mahvetmişti.

"Ben kendim gidicem!" Bir anda koltuktan kalkıp kapıya doğru koştuğunda onu getirdiğim bu halin dehşetini üstümden geç attım. O ancak kapıya vardığında koşmaya başladım, verandaya çıktığında da tutup kaldırdım, göğsüme yaslayarak sarıldım. "Çok haklısın, beni artık sevmiyorsun. Ben... Ben ne yaptığımı bilmiyorum Nil, aklımı kaybetmiş gibi davranıyorum. Her şeyi mahvettiğimi biliyorum ama önleyemiyorum, içimdeki kini ve acıyı durdurup her şeyi sonlandıramıyorum."

Göğsüme kapanıp ağlarken bana da vurmaya başladı, elleri vücuduma çarpıyordu. Bana vurmasına rağmen ona daha sıkı sarılıp saçlarından öperken, "Babama söyleyeceğim seni," dedi. "Dedeme de söyleyeceğim! Göyüysün o zaman sen. Yüz gün de küseceğim sana..."

"Karmen," diye bağırdı Yaman, o sırada, yukarıdan. "Buraya bakman lazım."

Nille beraber kapıdan girdim ve kilitleyip yukarıya çıkmaya başladım. Odanın kapısında durunca Nil'i aşağıya indirip içeriye girdim, Nil'de Gece'nin yattığını görüp sessizleşirken, "İyiyim," dediğini duydum arkadaşımın. "Yalnızca gözlerim kararıyor."

Uzandığı yatağın kenarına oturup nabzına ve kalp atışlarına bir daha dokundum. Yatakta olmasına rağmen onu hâlâ kollarıyla tutup yüzünü izleyen Yaman'a doğru baktım. "Arabamda ilk yardım çantası var, içinde de tansiyon aleti. Alıp gel, tansiyonuna bakalım."

"Sen alıp gel.”

Kapıyı gösterdim. "Patronun kim olduğunu unutma."

Gözlerini kapatıp burnundan nefes alırken, Gece yüzünü ona dönüp hafif bir inleme sesi çıkardı. Oldukça kısık bir şekilde, "İyiyim ya," dedi, ikna etmeye çalışarak. "Aleti alıp gel, baksın tansiyonuma."

"Derya bunun hesabını ödeyecek," dedi ve Gece'yi yumuşak şekilde bırakıp kalktığında, Gece'nin bakışları onu takip etti. Sonra kapının önündeki Nil'i gördüğünde sıkışmış gibi kalbini tutup, "İyi misin güzelim?" xedi ona. "Biri sana bir şey yaptı mı?"

"Bir şeyi yok," dedim ama aslında hiç iyi değildi. "Nasıl olduğunu anlatsana."

"Sen uzaklaştıktan birkaç dakika sonra araba sesi duydum, direkt cama koşup kimin geldiğine baktım. Yabancı bir araç olduğunu görünce Nil'i alıp saklandım." Yatakta doğrulup ensesini ovuştururken suçlu bakışlarını hemen kaçırdı. "Evde dolaşıp bizi bulduklarında... Nil'i vermemek için gerçekten çok direndim, yemin ederim ki! Nil'de kucağımda çok korktu, başta saklambaç oynuyoruz sansak da sonradan..."

"Seni bayılttılar mı?" diye sordum.

Kapının önünde üzgünce oturan Nil'i izledi. "Evet, kendimden geçerken bile onu bırakmamaya çalıştım ama... Üç erkekti, panik ve aksiyondan yüzlerini bile hatırlamıyorum."

Yaman içeriye girdiğinde Gece'nin tansiyonuna baktım. O sırada hiç konuşmuyor, cevap vermiyordum. Yaman Gece'yi çevirip ensesini incelerken, darbeyi oradan aldığına emin oldum. "Senin de bir silaha ihtiyacın var," dedi Yaman, ona.

Dehşetle, "Ben silah tutmayı bilmem," dedi Gece.

"Ben öğreteceğim."

O akşam saatlerinde, odamın camı önünde hiç kıpırdamadan aşağıyı, Yaman'ın Gece'ye silah kullanmayı öğretmesini izliyordum. Nil, onu banyo yaptırıp karnını doyurmamdan sonra huzursuzca uykuya dalmıştı. Hemen arkamdaki yatakta, üstünü sürekli açarak yatıyordu. Beynim çıldıracakmış gibi geliyordu kendime, Derya'nın Feda'yı almış olduğunu kabullenemiyordum. Bakışlarım, boşluğa bakarken bile bir katilin bakışlarına benzemeye başlamıştı, dakikalardır Derya'yı Feda ile öldürdüğümü hayal ediyordum.

Ufak sesi duyunca gözlerim Gece ile Yaman'ı takip etti. Gece, bir atış daha yapmış ve bu kez taşın üzerindeki soda şişesini parçalamıştı. Yapabilmenin heyecanıyla Yaman'ın boynuna atlayınca bu açıdan adamın yüzündeki ifadeyi gördüm. Hep yüzünde gördüğüm disiplinli, ciddi ifade hafif bir korkuya, sempatiye dönüştü ve Gece'nin vücudunun yanlarını okşayıp ardından onu yerdeki çimlere fırlattı. 

Gece'nin, "Oha," diye bağırışını duydum. "Hiçbir erkek ona sarıldığımda beni üstünden fırlatmamıştı. Sen hakikaten manyaksın."

"Başka erkekler senin için can atıyor olabilir, beni onlarla karıştırma."

Sesli kavgaları devam edince yüz buruşturup camın önünden kalktım. Derya'ya ulaşıp Feda'yı almalıydım. Dediği gibi yaparsa bu intikam içime sinmemiş olurdu. Noah? Ya onu arasam, direkt olduğum yeri söylesem helikopter kullanıp buraya gelirlerdi. Sadece ismini verirdim ve Derya'yı benim için bulurlardı, Feda'yı alırlardı. Fakat ya ondan sonra? Abilerim baş belasıdır. Ben Nil'i verdikten sonra, Deren gerçekleri anladığında peşimi asla bırakmazdı. Bunun karşılığında da abilerim ben ne kadar suçlu olursam olayım Deren'in canını yakardı. Ne Deren benim peşimi bırakırdı ne de abilerim onun peşini.

"Her şeyi karıştırdın, bir planı sürdüremedin aptal," dedim kendime, aynanın karşısındayken. "Zaten anne olmayı beceremediğinde anlamalıydın başka hiçbir şeyi de beceremeyeceğini."

Arkamı dönüp yatağın ucuna oturdum, ihtimaller ve sonuçlarını düşünürken de telefon titreyişimi hissettim. Cebimden çıkarıp bakınca Utku'nun aradığını gördüm. Kalbim daha hızlı kan pompaladı. Derya Feda'yı emniyete götürmüş müydü? Arama bunu haber vermek için miydi?

Telefonu yanıtlayıp, "Evet?" dedim.

"Karmen," dedi Utku, donuk bir sesle. "Çok kötü bir şey oldu."

"De... Deren'e mi?"

Tiz bir soluk aldı. "Emniyetteyiz, gelebilir misin?"

"Deren niye aramıyor?" dedim fısıltıyla. "Yoksa bir şey mi oldu?"

"Emniyete gelir misin?" Diye sorarken sesi kaybolmuş, şokta gibiydi. "Karmen... Abimle benim... yalnız sana ihtiyacımız var."

Aramayı kapatıp evden ayrılmam bir dakikayı aldı. Arabamı değiştirip il emniyetine ilerledim. Derya Feda'yı ortaya çıkarmış olsaydı bu iyi bir haber olurdu, Utku dehşetle bahsetmezdi. Başka kötü bir şeydi ama Nille ilgili olmasa da emniyette olmazlardı.

Emniyete gelince arabadan inince koşarak binaya girdim. Asansörü, yanımda bir polisle beklerken avuç içimi kazır gibi kaşımaya başlamıştım. Asansörden inip kattaki müdür odasına koştum ve kapıyı açıp gözlerimi içeriye diktim. Derenle Utku, yan yana oturdukları koltukta hemen gözüme çarpmıştı. Deren, omuzları çökmüş görünerek gözlerini boşluğa dikmişti, Utku'da endişeyle ona bakıp yanaklarına düşmüş yaşları siliyordu.

Nalan'ın hıçkırığı kulağıma sızınca küçük aralıkta ona kaydı gözlerim. Elinde tuttuğu bir şeye bakarak ağlıyordu, Derya'da onu sakinleştirmek adına bir şeyler fısıldıyordu. Emniyet müdürü düşünceli şekilde, "Birkaç hafta önce Deren Bey'in evine not gelmişti, bu kez Nalan'ın evine fotoğraflar," dedi. "Çetenin sizden istediği başka şey mi var, anlamak zor. Tüm Türkiye'de aranmalarına rağmen bu esneklikte hareket etmeleri, hâlâ da bir taleplerinin olmaması çok ilginç. Deren, bence artık arama alanını genişletmeli, daha fazla şüpheliye odaklanmalıyız."

Kapıyı biraz daha açarken Deren'in tepkisizliğini izledim ve Utku başını arkasına çevirip beni gördüğünde yerinden fırladı. Karşıma geçip bana hücum eder şekilde sarılırken, "Abim hiç iyi değil," dedi kulağıma, yalnızca ben duyayım istiyor gibiydi. "Dakikalardır susuyor."

Ellerimi kollarında gezdirip, "N'oldu?" diye sordum.

Geri çekilip, "Bak," dedi.

O karşımdan çekilince biraz ilerleyip Nalan'ın elindeki fotoğrafa yaklaştım. Gözyaşlarının düştüğü fotoğrafa bakınca da yumruklarımı sıkmak zorunda kaldım. Bunlar, Nil'in depoda bağlıyken çekilmiş fotoğraflarıydı ve bizzat fotoğrafları çeken de Nalan'ı teselli eden Derya'ydı. Nil'in en çaresiz anını Deren'in gözlerine sokmak için Nalan'ı incitmeyi bile göze almıştı. Derya ile göz göze geldim ve bakışlarındaki tehlikeli parıltıyı gördüğümde kafamı iki yana salladım. Aynı bakışlar omzumun üzerini hedef alınca da başını çevirip arkama baktım.

Deren bir ölü kadar sessizdi.

"Deren," diye sessizce yanına oturduğumda, Utku'da arkamdan yaklaştı. Nalan emniyet müdürüne karşı bir şeyler bağırırken, Deren'in dizindeki fotoğrafa baktım. Nil'in aynı fotoğrafıydı. Titreyen elimle fotoğrafı kapıp arkama saklarken, "İyi tarafından bak," dedim. "Nil... Hayatta, yaşıyor Deren."

Böyle teselli edilir mi aptal?

Utku hıçkırırken, Deren'den de buna benzeyen bir tepki almaya çalıştım ama hâlâ boşluğa bakıyordu. Kalkıp bir yerleri dağıtmamıştı bile, yapacağını düşündüğüm buydu. Yalnızca yüzünün sol tarafında, elmacık kemiğinde bir kas kıpırdıyordu. 

"Fotoğrafları gördükten sonra bir şey söyledi mi?" diye sordum Utku'ya.

"Hayır, ben bağırdım, öfkelendim, Derya ile kavga ettim, ağladım... Hiçbir tepki vermedi."

Biraz yaklaşıp elimi Deren'in dizine koydum. Kot pantolonu sıcaklığına erişmemi engellemiyordu. Vücudumu da ona yaslayıp kulağına doğru, "Beni farkında mısın, görüyor musun?" dedim. Kelimeler dudaklarımı yaralıyordu. "Bana bak, konuş benimle."

Bakmayıp cevap vermeyince, "Gidelim buradan," dedi Utku, eğilip kulağıma fısıldayarak. "O piçin yanında abimin böyle görünmesini istemiyorum. Eve gidelim Karmen."

Ona katılıp doğrulurken Deren'i de elinden tutarak kaldırdım. Ağırdı ama şimdi yönetilebiliyordu. Nalan ile Derya'nın bize yönelen kafaları, onlarla göz temasına girmemi sağladı. Nalan'ın yaşadıklarını anlayıp Derya'ya acımayla baktım. Bu hamlesiyle beraber, o dakika haberi olmasa da cehenneme sürüklenmeye başlamıştı.

Buradaki kimse benim neler yapabileceğimi tam olarak bilmiyordu.

Müdürün odasından çıktığımızda Utku abisine dönüp, "Bir şey söyle artık," diye isyan etti, çaresizce.

Asansöre beraber bindik ve Deren omzunu asansöre yaslayıp yere doğru bakarken, elini bir an bile bırakamadım. Utku Deren'in arabasını kullanmaya başlarken ben de kendi arabama binip Deren yanımda otururken evlerine doğru sürdüm. Bizden önce eve varan Utku'nun arkasından ulaştık ve bahçede yürürken, gözlerimi attığı adımlardan çekemedim. Çok yavaş yürüyordu.

"Deren," dedim bir daha.

Farkında olmadan kendini sıkıyordu. Yanakları kıpkırmızı olmuştu.

Utku'nun açık bıraktığı kapıdan onun elini tutarak çektim ve yüzüne su çarpmak için odasına götürmeyi akıl ettim. Basamakları çıkması için elinden çektim. Yürürken bir an yavaşladığı hissine kapılıp baktım, gözlerini Nil'in odasına çevirmişti. Bu onu daha da tetikleyeceği için odasına çekmeye devam ettim ama ayakları yere çakılmış gibi hareket etmedi. "Deren," dedim, sesimde onu o kadar düşünen bir tını vardı ki kendi kulaklarıma inanamadım. "Odana gidelim."

Onun elini iki elimle birden kavrayıp çektim ama asla hareket etmedi. Sonraki bir saniyede de elimi savurur gibi bırakıp Nil'in odasına ilerledi, aralık kapıyı geriye itip içeriye baktı. Alt dudağımı ısırıp parmaklarımı korkuyla atan kalbime koyarken, Deren'in eli kapıdan düştü. Sessizlik sancılanırken omuzlarının hafif titreyişlerini, sonra güçlü sallanışlarını gördüm. Boğazından, dakikalardır çıkmasını beklediğim acı dolu bir ses çıktı ve bir anda dizlerinin üstüne düşüp küfürler ederek ağlamaya başladı.

Canımın acısıyla geriye sıçradım.

İlk kez bir erkeğin ağladığını görüyordum.

Bir erkeğin ağlayabilecek kadar canını yakan tek şey, belki de bu olduğu içindi. Yumruklarını sertçe yere vurup, "Böyle cezalandırılmak istemiyorum," diye bağırdı, yardım istiyormuş gibi. "Böyle cezalandırılmak istemiyorum! Allah'ım lütfen... Nil'i istiyorum, canı biraz daha yanmadan onu bulmak istiyorum. Ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım, kaldırıp tek tek taşların altına mı bakmalıyım..."

İkiyüzlülüğüm yanına gitmemi önlerken, "Deren," diye fısıldadım, sanki yardım edebilirmiş gibi.

"Karmen... Çok korkuyorum, bir gün arayıp beni morga çağıracaklarından, bu kez orada kızımı göreceğimden çok korkuyorum." Sırtı kapının pervazına doğru yaslandı ve yüzü bana döndüğü için yüzündeki ıslaklık gözüme çarptı. Omuzları vücudundan ayrılıyormuş gibi yükselip alçalırken ellerini üzerindeki tişörtün yakasına götürüp farkında olmaksızın çekiştirdi. Gözleri hiçbir yere odaklanmamıştı, sadece boşluğa bir şey görmeye çalışıyormuş gibi bakarak canımı acıtıyordu. "O ipleri vücuduna nasıl bağlamışlar öyle, kim bilir kolları ne kadar acımıştır. Gözleri de kapalıydı, yüzüne baktım... bir morluk iz aradım, yoktu. Tek tesellim bu oldu o an. Sonra..." devam edemedi, belki diyeceği şeyi unuttu ve belki de canını yaktığından söyleyemedi. Yüzünü, kendine doğru çektiği dizine bastırıp boğazından mücadele içindeymiş gibi bir ses çıkardı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Onda kendimi bularak, "Deren," dedim tekrardan.

"Bir şey yap Karmen, beni biraz seviyorsan bir şey yap..." 

O an içimde hiçbir erkeğin dokunmadığı, dokunamayacağı bir yere dokundu. Özel bir yere.

"Abi? Abi?" diye kata çıkan Utku'yu göz ucuyla fark ettim ve koşup Deren'in yanında eğilirken, "N'oldu?" diye sordu. Gördüğüne inanamadığı kocaman açılmış gözlerinden okunuyordu. "Abi, abim... Kendine gel, ağlamayı kes! N'apıyorsun, bu sen değilsin! Nil hayatta, en azından bundan emin olduk ya abim..." onu sarsmaya çalıştı ama faydasız oldu. "Özür dilerim, seni suçladığım için özür dilerim, üstüne geldiğim için özür dilerim... Sen çok çok iyi babasın, gördüğüm en iyi babasın."

Deren onu duymuyor gibi kesik kesik nefes aldığında Utku paniğe kapılarak bana çevirdi gözlerini. “Karmen," dedi cılız sesle. "Sen abime yardım edebilirsin, bir şey yap."

İki yüzlülüğüme ve Deren'i böyle görmeye dayanamadığımdan, "Gitmeliyim," dedim arkamı dönerek. Hızlıca merdiveni inmeye başladım ama gözlerim basamakları karıştırıyordu. 

Arkamdam, "Karmen," dedi hayal kırıklığıyla. "Nereye? Abimi böyle bırakıp gidemezsin... “Karmen! Hey, kime diyorum?" Arkamdan gelmeye başladığını gıcırdayan basamaklarda hissettim. "Neden geldin o zaman? Madem gidecektin neden aradığımda geldin ki?"

Beni kolumdan tutup durdurmaya çalıştığında, "İşim var," dedim.

"Ne işi ya? Abimi görmüyor musun? Şu haline bak, ölüyor adeta!" Deren'i öldürdüğüm yüzüme çarpınca yüzümün beyazladığını hissettim. "Bıktın mı bunlarla uğraşmaktan? Abimle böyle bir ilişki yaşamaktan?"

"Utku, sen abine benden daha iyi gelirsin."

Kolumu savurur gibi bırakıp, "İyi git!" Dedi kırgınlık dolu bir söylemle. "Ben de Nalan'ı ararım, hemen gelir. Zaten... Nil ikisinin kızı, abimle konuşurlar."

Gözlerimin önüne şimşek hızıyla düşen bir anın karesi içinde olduğum şoku hafifletti. Utku'yu elimin tersiyle karnından itip basamakları tekrar çıkmaya başladım. "O ancak faydalanır Deren'den."

"Aynen, ırzına falan geçer," dedi. "İşte böyle yola gel."

Kata çıktım ve yüzü hâlâ dizinin üstünde olan Deren'in yanına gidip eğildim. Ellerimi çıplak kollarına koyup baş parmaklarımla okşarken, çıkardığı inleme ve hıçkırık seslerine sanki içim gitti. Dudaklarım bir çocuk gibi titrerken, "O fotoğrafı aklından çıkar," dedim. Yüzümü omzuna koyup yanağından öptüğümde, dudaklarıma yanağının sıcak ıslaklığı değdi. "Dün geceyi düşün, bizi düşün."

"Oha," dedi Utku ama hemen sonra sustu.

Dudaklarımla yanağındaki ıslaklığa biraz daha dokunup, bu ıslaklığına kalbime yaptıkları karşısında acizleştim. "Nil hayatta, sana geri dönecek," dedim. "Gördüklerini unut, kendine dön."

Deren bir anda kafasını kaldırınca yüzlerimiz çarpıştı. Yüzüme, dudaklarıma doğru bakıp ardından, "Git," dedi bir anda.

"Hı?" dedim.

"Git!" Tekrarladı ve oturduğu yerden doğrulurken beni de kolumdan tutup kendisiyle kaldırdı. Merdivene kadar çekiştirdi. 

Utku şaşkınlıkla önümüze geçti. "Abi n'apıyorsun?"

Deren'i kimsenin durduramayacağı gibi Utku'da durduramadı. Basamakları sanki bir saniye içinde inip dış kapıya varıp beni de sürüklerken, odaklanamamış halde eline bakıyordum. "Neden?" diye sordum. "Az önce yaptığım yüzünden mi?"

"Gitmelisin, seninle olamam, vakit kaybediyorum. Kızımı aramak varken seninle ilgilenemem..." beni dışarıya itip şaşırmış, görmüyormuş gibi bir ruh haliyle kapıyı suratıma kapattı. 

Bedenim, kapıyı kapatmasına engel olmaya çalışırken kapının üstüne yapıştı ve şaşkınlıktan ağzımı ayrık kaldı. İçeriden Utku'nun bağırdığını, yürüme sesini duyup alnımı kapıya yasladım. Kendisini suçluyordu, Nil acı çekerken başka hiçbir şeyle, kimseyle olmayı istemiyordu. Varlığımın bir işkenceye dönüşmesine şaşırmamıştım. Ellerimi kana kaplayan şey, göğsünden söküp aldığım kalbiydi.

İtiraz edecek bir yanı yoktu, benden uzaklaşsa iyi olurdu. Zaten... en başta ben gitmek istemiştim. Dolmuş gözlerimi sımsıkı yumup düşmek için bekleyen birkaç damla gözyaşını bırakıp yüzümü sildim ve gözlerimi açtım. O an bir kapı sesi ve bir sert tutuş hissettim, gözlerimdeki buğu kalkmadan başımı çevirdim. Bedenim Deren'in geniş omuzları arasına hapsoldu ve eli çenemi bulmuşken çekip öpmeye başladı. Şaşkınlık sesimi ağzına hapsedip beni, kapının yanındaki duvara doğru bastırdı ve kısık inleme sesleri çıkararak onunla öpüşmemi diretti.

Kafamın arkasından tutuş şekli gözlerimi kapattı. Bazen kafama hafifçe vuruyordu bir şeyleri anlayayım diye, bazen okşuyordu. Öpüşürken de... saçlarımı çekip beni ağzına bir anda yapıştırıyordu. En sevdiğimin hangisi olduğunu ayırt edemiyordum, o an hangisine ihtiyacım varsa onu seviyordum. Bu yüzden belki de eli yüzümde gezindi ve saçlarım kulağımın arkasına yerleşti. Alt dudağımı, acıdığını hissetmiş gibi küçük küçük öptü. Gözlerini de öptüğü alt dudağımdan bir saniye çekmemişti.

Elimin tersini dudağımın üzerine koyup, "Şimdi mi gideyim?" diye sordum.

"Gitme." Kolunu başımın üstüne koyup yüzünü de koluna doğru bastırdı. Kalbi hâlâ çok hızlı çarptığı için tansiyonundan endişe ettim. Baktım, nabzının ritmi hızlıydı. Tişörtünün yakasını çekiştirdiğinden yırtılmıştı kumaş, vücudundan çıkmak istiyor gibiydi. Başımı az çevirdiğimde Utku tarafından izlenildiğimizi gördüm. Çekingen şekilde ana hafif bir tebessümle Deren'in sakinleşmiş yüzüne dalmıştı. 

Deren gerş çekilip Utku'ya baktıktan sonra içeriye ilerledi. Evine geçtiğinde, bir süre arkasından baktık ve sonra Utku yanıma koştuğu gibi beni kucakladı, üstelik bir de etrafında çevirdi. "Güzelim benim, aferin sana. Bak, abim biraz olsun kendine geldi sayende."

"Güzeliymiş," diye ses geldi yukarıdan, sonra kapı çarpıldı.

“Kıskanç olduğunu söylemiştim," dedi.

Onu yolumun üzerinden çekip içeriye girdim ve arkamdan gelmediğini görünce bir baktım. Arkasını dönmüş, niyeyse dışarıya doğru bakıyordu. Gözlerimi kısıp bakışlarını takip edince Ece'nin evine doğru yürüdüğünü gördüm, üstelik yanında bir gençle beraber. Utku onları izliyordu.

Yukarıya çıkıp kapalı olan tek kapıya, Nil'in odasına baktım. Yalnız mı kalmak istenişti? Belki kapıyı o yüzden sert çarpmıştı. Ya da... Yeniden ağlıyor muydu?

"Orospu çocuğu Feda'yı kaçırmasaydı her şey başka olabilirdi."

Trajedimin bir başkasının ellerinde şekillenmesine hınç duyuyordum. Feda'yı ondan almam şarttı, bu oyundaki patron bendim, ona ne oluyordu?

Kapıya dönüp sessizce açtım, içeriye girerken de dudaklarımı ısırdım. Yatağa uzanmış, Nil'in elinde tuttuğu çerçevedeki fotoğrafına bakıyordu. Çok sessizce ilerleyip Nil'in süslü, etrafında tüller olan yatağına uzandım. Deren hafifçe yan dönüktü, ayakları yataktan çıkmıştı. Dirseğimi yastığa koyup bir elimi omzuna koydum ve hafifçe masaj yaparken, "O fotoğrafı ne zaman çekilmişti?" diye sordum.

"Geçen yaz, Madrid'te."

"Onu Madrid'e mi götürdün?" dedim çerçevedeki fotoğrafa bir daha bakıp. Bir kedinin yanında eğilmiş, gülümseyerek kameraya bakıyordu. İki buçuk yaşlarındaydı.

"Madrid'de bir işim vardı. Utku ile Nil'de benimle geldi." Nil'in yüzünü, gülüşünü okşayıp burnunu çekti.

"Ne işiydi?"

"İçişleri bakanına özel korumalık yaptım. Nalan o dönem iyi olmadığı için Nil benimle kalıyordu, onun da gelmesi gerekti. Utku Nil'e bakarken ben de casu... korumalık yaptım içişleri bakanına." Bir şeyleri eksik ya da yanlış söylediğini fark ettim ama işi olduğu için sır saklamasını anladım. 

İçimde pürüzsüz bir şefkat canlanınca tişörtünü aşağıya indirip omzunu sulu sulu öptüm. "Yani hem çocuk yaparsın hem de kariyer."

Bu onu gülümsetmeyince tişörtünün kolunu çekiştirdim.

Elini Nil'in gülümsemesinden çekip gözlerini tavana doğru kaydırdığında, onu yine kaybetmek üzere olduğumu anlayıp hemen konuştum. "Sana makarna yapsam yer misin? Benim makarnamdan."

"Nil eziyet görürken mi?"

Derya'ya sesli şekilde küfretmemek için direndim. "Nil eziyet görmüyor."

"Fotoğraf öyle demiyordu," dedi.

"Ama sen dedin yüzünde hiçbir iz olmadığını, sadece fotoğraf için bağlamışlardır..."

Birkaç saniye sessizliğin ardından, "Üzerindeki kıyafetlerde temiz gibiydi," dedi.

Hem de tertemizdi. Onlar Karina'nın kıyafetleriydi. 

"Bak işte, bence fotoğraf için öyleydi. Ona kötü davranılsa izi olurdu Deren."

"Kızıma o kıyafetleri giydiriyorlar Karmen," dedi, kasvetli sesle. "Benden bile utanan kızımı onlar giydiriyor, buna katlanamıyorum."

Doğru, Nil kıyafetlerini değiştirmemden utanmıştı, hep kendisi giyinmişti. Hiçbir şey Deren'in düşündüğü kadar korkunç değildi. 

"Fotoğrafları kim getirip bırakmış?"

"Nalan... Evinin önünde bulmuş." Derya özellikle bunu Nalan'a nasıl yapabiliyordu? Kendi çıkarları iç... Duraksadım. Ben de kendi çıkarlarım için aynısını yapmıyor muydum? "Ama kahretsin ki kameraları bir süre önce kırılmış, yani kimin bıraktığını bulmak çok zor."

Demek o yüzden Derya oraya bırakmıştı, bıraktırmıştı fotoğrafları. Kamera olmadığı için kolay olmuştu. Ah, bir gün kırdığım o kameranın şimdi bunu sağlamış olacağını hiç düşünmezdim.

"Ben yine de makarna yapayım," diyerek doğrulmak üzereydim ki, Deren bileğimden sertçe tutup ayrılmama izin vermedi. Böylelikle ona doğru baktım, yatakta yan dönüp beni kolları arasına çekerken sadece gözlerime bakıyordu. Vücudu geniş olduğu için beni kolaylıkla hapsedebiliyordu, doğrusu ben de biraz buna izin veriyordum. "Yapma, yemeyeceğim."

"Belki Utku yer."

"Ece getirir ona."

"Ece Utku'dan hoşlanıyor."

"Neyinden hoşlanıyorsa.”

"Niye öyle diyorsun?" diye kızdım. "Utku sana benziyor, çok yakışıklı bir çocuk. Vücudu da çok gelişmiş, uzun boylu... O yaştaki herkesin rüyasını süsler."

"Huyları da bana benziyor," dedi gözlerini kapatarak, sesi kısılmaya başlamıştı. "Çok kıskançtır ve hemen sinirlenir, ateş gibi parlar, sevdiklerini kimseyle paylaşmak istemez. Duygularını çok yoğun yaşar, âşık olursa can yakar. Onunla ben hayatımızdaki kadınları boğarız, sıkarız, bezdiririz." Elimi yüzüne koyarken, vücudunun her saniye ağırlaştığını hissettim. Nefesi düzene girmeye başlamıştı. "Keşke bana benzemeseydi, daha mutlu olurdu."

🎠

Derenle yattığımda uykuma bir şey dokundu. Bir güç. Bir sihir. Bir değnek. Trajedilerimin hiçbirisi beni irkiltmedi. Sadece yataktaki soğuk tarafa geçtiğimi, onun kalkıp gittiğini anladığımda uyandım.

Sabahın ilk saatlerinde olduğumu anlayıp ben de Nil'in yatağından kalktım ve aşağıya inmeden önce Deren'in odasına baktım. Yoktu. Elimde yüzümde ona dair bir şeyleri hissederek aşağıya inince Utku'nun mutfakta uğraştığını gördüm. Bir tabak hazırlamıştı. Eh, iyi bari. En azından artık karnını aç bırakmıyordu.

Abisinin nerede olduğunu sormak için mutfağa girdiğimde beni farkına varıp, "Uyanmışsın," dedi neşesizce. "Ben de sana kahvaltı hazırlamıştım, sonuçta hep sen mi bana hazırlayacaksın..."

Şaşırarak tabağa göz attım. "Bana mı? Neden? Gerek yok, sen ye."

"Hayır," dedi ve omuzlarımdan tuttuğu gibi beni masaya çekiştirdi. "Hep sen bana hazırlıyorsun, gücüme gitmeye başladı artık. Üstelik ben senin de hiç yemek yediğini görmüyorum, diyet falan mı yapıyorsun?"

Karşımdaki sandalyeye oturup yemem için tabağı işaret edince, çatalı alıp tabağın içinde dolaştırmaya başladım. Bu çocuğun bir sorunu vardı, evde hep çıplak geziyordu. Hayatı boyunca abisi ile yaşadığı için muhtemelen evin içinde esnek olmaya alışmıştı. Keşke Deren'in de bu huyu olsaydı.

"Abin nereye gitti?"

"Bilmiyorum. Yine sokak sokak aramaya çıkmıştır." Sıktığı yumrukları masanın üzerinde kasıldı. "Dün emniyete giderken yolda gördüğü bir kızı Nil sandı, arabayı trafiğin ortasında bırakarak dışarıya çıktı. Abimi onun Nil olmadığına ikna edemedim, kız gözden kaybolduğunda bile sokak sokak aramaya çalıştı ama..." her neyse diyerek elini salladı. "Belki yine oraya gitmiştir, aklına takıldı ya bir kere, düşünüp duruyordur... Belki de o kadar çok Nil olmasını umut ediyor ki, artık her şeyi Nil olarak görüyor."

Ağzımdaki ekmeği parçalasam da bir türlü yutamadım, bu yüzden Utku'nun koyduğu portakal suyunu içtim. Pek yemediğimi sorunca tekrar sordu. "Diyet mi yapıyorsun?"

"Hayır. Ben... Bu kültürdeki kahvaltıya alışkın değilim."

"Doğru," dedi alnını kırıştırarak. "İtalya'da kahvaltını nasıl yapardın?"

"Genelde cappuccino içip karamelli gevrek atıştırırdım." 

"Çok vasat," dedi. "Nil bile kahvaltısında senden daha çok şey yer."

Bilmişçesine gülümsedim. "Bence de."

Sırf o hazırladığı için tabaktan birkaç şey daha aldım. Uzun zamandır bu iştahsızlığım vardı, midem küçüldüğü için alışmıştım birkaç lokma ile idare etmeye. Uzun zamandır çok aç olduğum bile olmamıştı. Hep Karina'm geliyordu aklıma, en son ona ne yedirdikleri ne içirdikleri...

"Ben abini arayacağım," diyerek birazdan masadan kalkınca Utku arkamdan baktı. Üst kata geçip Deren'in üzerimden, ben uyurken çıkardığı ceketimden telefonumu aldım. Son arananlara girip derhal aradım ama bir yanıt alamadım. Meşgul olabilirdi ama atacağı adımlardan haberdar olmamak beni geriyordu. 

Yaman'ın aramalarına cevap vermek üzere bu kez onu aradım. Telefonumu bekletmeden yanıtlayıp, "Birkaç saattir Derya'nın peşindeyim," dedi. Gözlerimi kısıp kapıyı kontrol ettim. "Evden ayrıldı, Feda'yı tutsak ettiği yere gideceğini düşünüp takip ettim ama bir kulübe gitti, sanırım kendisinin."

İşleri hızlandırmak için neler yapacağımı düşünürken, "Derya'yı nasıl alt edeceğimizi biliyorsun," dedi.

"Nalan," dedim.

"Evet," dedi, aklımdan geçenleri okuyarak. "Nalan'ı alıkoyarsak Derya Feda'yı tıpış tıpış ayağımıza getirir."

Evet ama Yaman'a yalan söylemiştim. Nalan'ı incitmezdim. "Nalan'ı alıkoyabilir misin? Canını hiç yakmadan? Sadece birkaç saatliğine?"

"Şu an evde, uyuyor olmalı." Araba kullandığına dair sesi duyuyordum. "Yeni kamera taktırmışlar mıdır sence?"

"Hayır, evlerinde hâlâ kamera yok," dedim öğrendiğim için. "Ama nasıl yapacaksın Yaman? Derya şimdi tetiktedir, önlemlerini almıştır. Biz yalnızız o çoğunluk... Üstelik Nalan'ı alırken karşı koyacaktır, canını yakamazsın."

"Hastaneden bile adam kaçırdım," dedi. "Bunu mu yapamayacağım?" Tek tek izah etti. "Eve sessizce girip o uyurken bayıltırım. Gözlerini açtığında başka bir yerde olur. Derya'yı ararım ve Feda'yı istediğimiz yere bıraktığında Nalan'ı veririm."

"İyi diyorsun da Nalan zaten çok acı çekiyor, çok yorgun..." elimi saçlarım arasından geçirerek ofladım.

"Buna Derya sebep oldu. Son hamleyi yapmasaydı Nalan şu an kızına kavuşmuş, çok mutlu olabilirdi."

Evet ama... hiçbir suçu yokken Nalan tekrar incinmiş olacaktı. Tamam, sadece birkaç saat alıkoyacaktık, huzuru uzun süre kaçmayacaktı... aman sanki huzuru vardı kadının.

"En hızlı ve kesin yol bu," dedim suçluluk duyarak. Bu suçluluk artık katlanılmaz olmaya başlamıştı. "Sakın Nalan'ı korkutup zarar verme Yaman."

"Hani, çıkarların uğruna Nalan'ı inciteceğini söylemiştin," dedi. 

"Açık aramakta ustalaşmış olabilirsin ama patronuna bunu yapma," dedim aramayı kapatıp. Beni, gerektiğinde tekrar arayacağını biliyordum.

Telefonu kapatıp cebime koydum ve kalkıp Nil'in yatak örtüsünü düzelttim. Kıyafetleri her yerdeydi, onları katlayıp yatağın kenarına koydum. Hiçbirinde Nil'in dalinle karışık o bebek kokusu kalmamıştı. Odadan çıkıp aşağıya indim ve Deren'i beklerken koltukta oturdum.

Sokak kapısından kilidin sesini duyduğum zaman heyecanla gözlerimi koridora çevirdim.

Anahtarın şıngırdayan sesinden sonra Deren bakış açımıza girince boğazımdaki huzursuzluk düğümü çözüldü. Utku'da abisine bakarak, "Hoş geldin," deyince Deren sessizce baş sallayıp bana döndü. Yüzünün rengi solmuştu, alnında da ter damlaları birikmişti. "Odama gelsene."

Kalktım ve Utku arkamızdan bakarken Deren'e yaklaştım. Üzerinde hâlâ yırtık tişörtü vardı, kendisine aynada hiç bakmadan dışarıya çıkmıştı. Önüne geçip odaya yürürken, Deren'de arkamda kaldı ve nefes nefese peşimden geldi. Üst kata çıkınca, "N'oldu?" diyerek dönüp baktım ve aramızda duran kolunun, ceketiyle sarılı olduğunu görüp irkildim. "Koluna n'oldu Deren?"

Bedeniyle beni odasının kapısından içeriye itti ve ikimiz de girince sırtını kapının üstüne yaslayıp ceketi fırlattı. "Hemşireme ihtiyacım var."

Kolunun halini görünce sanki kan tutuyormuş gibi bayılma raddesine geldim. Kolundan bıçaklanmıştı, üstelik ciddi bir şekilde. Kesik kolunun içinde, dirseğinin iki parmak altında başlayıp altı yedi santim devam ediyordu.

"Kim yaptı bunu sana?"

Terlemiş şekilde nefes alıp verdi. "Bir grup çocuk yaptı, çocuklar diye bir şey de yapamadım... Elimin tersiyle savurup hepsini birbirinin üstüne yıkmak vardı da..." başı dönmüş gibi gözlerini kapattı. "Bir şey yapacak mısın?"

Çok sinirlendiğim için önceliklerimi karıştırmış sadece koluna bakıyordum. "Neden hastaneye gitmedin?"

"Zaten bir hemşirem var diye." 

Kolundan yere doğru bir damla kan akınca aşağıya baktık.

"Yatağa otur, arabamdan ilk yardım çantasını alıp geleceğim." Elinden tutup yatağına kadar götürdüm ve yatağın ucuna oturtup odadan çıktım. Evden kısa süreliğine ayrılıp geri dönerken Utku'nun bakışları beni takip ediyordu. Deren'in odasına hızla girince odanın içinde göremedim, sonra su sesi duyup banyoda olduğunu anladım. "Geri zekâlı," diye kızıp banyosuna geçtim ve kolunu suyla yıkadığını görüp ayağımı yere vurdum. "Ben sana bunu yapmanı söyledim mi? Hayır!"

"Bağırma, beynim patlayacak sanki..." su, kan ile beyaz lavabodan akarken, Deren gözlerini sımsıkı yumup geri açtı. "Gerçekten sikeceğim her şeyi, lan bir insanın başına daha ne kadar boktan şey gelebilir! Acıyor işte, acıyor! Daha ne olması gerekiyor, ölmem mi gerekiyor!"

Yanına gidip çantayı tezgâha koydum ve kolunu tutup suyun altından çektim. Keşke böyle konuşmasaydı, çok kötü oluyordum. "Temizlerim, acısı geçer. Ne ölmesi, neden öyle diyorsun?"

"Kolum umurumda mı sanki Karmen? Kalbim acıyor benim, kalbim!" Kolumdan tutarak sarstı beni.

Kolumdan sarsarken tişörtünün yakasından tuttum ve onun göğsüne yapışıp sıkıca sarıldım. Deren, havada tuttuğu koluyla beraber duraksayıp, "Kanın mı kaynadı, n'oldu?" dedi.

Kalbinden öpüp, "O ne demek?" diye sordum.

"Bir anda içinin ısınması, yakınlık duymak, çok kuvvetli şekilde o insana çekilmek..." anlayayım diye kafama hafifçe vurdu. 

"Hı, o zaman benim kanım sana hep kaynıyor," dedim.

"Güldürme beni manyak," diyerek çekildiğinde, başımı önüme eğip geriledim. Deren kolunda biriken kanı lavaboya silkince de çantayı açtım. "Elin İtalya’nı sana her gün kanım kaynıyor diyor, şu hâlde güldürdün beni Karmen ya..."

Omzumu silkip çantadan aldığım tentürdiyotla beraber ona döndüm. Kullanılan bıçaktan mikrop kapmasın diye de yarasını temizledim. Lavaboya yaslanıp beni izlerken hiç ses çıkarmıyor ama gözlerini de bir an olsun çekmek bilmiyordu. Yarayı temizledikten sonra durumu daha detaylı görebildim, kolunu çekmekte biraz daha erken davransaydı bu kadar kanamamış olurdu.

"Biraz daha derine inseydi dikiş atılması gerekirdi," dedim.

"Ancak bana bıçak savurduktan sonra bir tane patlattım çocuğun suratına, keşke ondan ondan önce vursaydım bir tane..." ağzının içinde cık cıkladı.

"Sokak çetelerinden birisi mi?"

Ben pansuman bezini yaranın boyutunda kesmek için makası kullanırken, "Evet, ara sokaklarda dolaşırken karşıma çıktılar," dedi hiddetlenerek. "Nil'i tarif edip görüp görmediklerini sordum, ters ters cevaplar verince de birisini yakasından tutup sarstım... Sonra diğeri, öteki derken çekip koluma doğrulttu bıçağı... Baktım kolumu çizmiş, yer misin yemez misin bir tane koydum, sinek gibi duvara yapıştı..."

Öyle heyecanlı anlatıyordu ki, kavga etmeyi hobi olarak hayatına kattığını düşündüm.

"Feda'dan bir haber var mı?" diye sordum.

"Her şeyi bilme."

Yutkunarak pansumanına yoğunlaştım. İlk kez böyle bir yanıt almıştım. 

Pansuman bezini yarası üstüne koyup sterilize bantla kapattım. Kanın akışı durduğu için pansuman yaranın üstünde zorlanmadan kalmıştı. Kolunu yavaşça bıraktığımda emin olamamış gibi bakıp, "Bitti mi?" diye sordu.

"Bitti. Niye, hemen gitmek mi istiyorsun yanımdan?"

Hayret edeceği bir tepki vermişim gibi gözlerini kırpıştırdı. Alt dudağını ısırıp çenemin altından öyle bir kavrayışı vardı ki, beni duvara yaslayıp öpeceğini sandım. "Biz gerçekten sevgili olduk da haberim mi yok Karmen?"

Ona belli etmeden gözlerimin yaşarmasını önlemeye çalıştım. Kahretsin ya, ağlamamaya çalışmak gerçekten çok zor bir şeydi. Hayır yani, neden ağlamak istediysem... "Sevgili olsak bir kez daha sevişir miyiz?"

"Seviştiğimizde sevgili değildik Karmen."

Çenemi tutan elini bileğinden kavradım ama yüzümden indirsem mi yoksa orada mı tutsam karar veremedim. "Beraber uyusak da olur o zaman."

Gözleri gözlerimde bir yol çizerek daha da yaklaştı ve burnunu burnuma sürttü. "Var sende bir haller, çıkar kokusu."

Gözlerimi kapatıp birkaç saniye hiçbir şey olmuyormuş, dünyayı ayaklarının altından çekmiyormuşum gibi onun ellerini hissettim.

Sonra uzaklaşıp arkamı dönerken telefonuma gelen çağrıyı hissedip tam doğru anda banyodan çıktığımı düşündüm. Deren'e hiç vakit ayırmadan odadan çıktım, alt kattaki banyoya girip kapıyı kapattığım gibi aramayı açtım. Derya aynı anda, "Seni öldüreceğim," dediğinde, sıraya gir, dememek için zor durdum. "Nalan nerede Allah'ın belası?"

Suyu açıp rahatça konuştum. "Feda nerede?"

Bir şeyin kırılma sesi gelince etrafında ne varsa dağıtmaya başladığını anladım. Bana başka çare bırakmayışı onun şimdi bu halde olmasının sebebiydi. "Nalan'a bir şey yaptın mı?" diye sorunca sesinde gerçekten korku sezdim. "Kılına zarar verdiysen dünyayı başına yıkarım. Deren'in bana ne yapacağını umursamaz, her şeyi anlatırım."

"Siktir git anlat, hem belki benim için daha kolay olur," dedim, korkmadığımı anlaması için. Derya'dan korkmuyordum ama onu aptal yerine koymamayı öğrenmiştim. "Feda'nın nerede olduğunu söyle, ben de Nalan'ın yerini söyleyeyim."

Yenilgi dolu bir ses çıkarıp elinin tersinde ne varsa bir daha vurdu ve kırılma sesleri geldi. Küfredip, "Tuzla," dedi bağırarak. "Tuzla tersanesinin orada. Açık adresi atarım orospu."

"Kes, şerefsiz."

Bir daha küfredip, "Nalan'ın yeri?" dedi.

"Açık adresi attığında ben de sana onun yerini mesaj atacağım."

Telefonu suratına kapattım ve sonra da suyu. Bir dakika kadar bekledim, Derya açık adresi atınca ben de ona Yamanla anlaştığımız adresi yolladım. Umarım bir daha benim işlerime karışmazdı, neler yapabileceğimi görmüştü. Nalan'ı incitmezdim ama inciteceğimi düşünmesinde sorun yoktu.

Banyodan çıkınca gözlerim Deren'i aradı. Onu ne zaman son kez göreceğim belli olmadığı için vedalaşarak ayrılmak istiyordum. Odadan, üstü çıplak şekilde çıkında merdivenin altında durup ona iç çektim. Deren'e karşı sürekli iç çekiyorum, içime çekiyormuş gibi.

"Ben gidiyorum," dedim.

"Bu saate kadar niye kaldın ki zaten?" dedi.

Gözlerimi kırpıştırıp, "Seni beklemiştim," dedim. 

Utku mutfaktan, elinde bir ağrı kesiciyle çıkıp merdivenin yukarısına baktı. "Öküz müsün abi, öyle denir mi?”

Deren ona salonu gösterdi. "Sevgilime takılıyorum, niye karışıyorsun?"

Rahatlayıp dudağımı kıvırınca, Utku omuz silkerek salona yürüdü ve yanımdan geçerken eğilip kafamdan öptü.

Deren işaret parmağını arkasından doğrultup, "Beni taklit ediyor," dedi.

"Beni hiç böyle öptüğünü hatırlamıyorum," dedim. Yalandı, birkaç kez kafamdan, saçlarımdan öpmüştü.

"Hatırlatayım o zaman."

Basamakları ağır ağır inip karşımda yer aldı ve eğilip kafamın üstünden öpünce kızardığımı hissedip garipsedim kendimi. Deren öpmekle kalmayıp bir süre saçlarımı kafamın üstünden aşağıya doğru, beni takdir ediyormuş gibi okşadı.

"Evine gidince dinleyip yemek ye. Günlerdir sen de benimle mahvoldun."

"Olur olur." Elimle yüzüme rüzgâr yaptım, kızarmamı bitirmeye çalışıyordum ama Deren anlamış gibi parmaklarını yanağıma değdirdi. Hafif, rüzgâr kadar yumuşak gibi dokunuştu. "Yüzünün kızaracağını hiç düşünmezdim."

Elimi kaldırıp gözlerine kapatırken bir anlığına derdim yokmuş gibi kıkırdadım. "Daha da göremeyeceksin."

Yüzünde saniyelik zamanlarda gördüğüm bir yumuşama oluştuktan sonra bileğimden tutup elimi indirdi. Bırakmadan önce de elimin etli kısmını ısırdı. "Iy," diyerek ıslanan elimi göğsüne doğru silmeye çalışınca da halimi komik buldu.

Beni kapıdan geçirip arabama kadar bıraktıktan sonra evinden uzaklaştım. Adresi navigasyona girdikten sonra da mesaj kısmından sildim. Aramalarımı da temizledim. Havanın karardığını izlerken arabayı son hızla kullandım. Yol üstünde de Yaman'ı aradım ama yine açmadı. Derya'da çoktan karısını almak için yola çıkmıştır. Bunun için Yaman'a dikkatli olması gerektiğini vurgulayan mesaj çektim. 

Konum o kadar uzaktı ki, varmam iki saati buldu. Açık adrese yaklaştığımda etrafımı kontrol ederek arabayı durdurdum. Burası terk edilmiş bir çalışma alanıydı. İleride, denizde gemiler vardı ve kıyıda da boş, kare şeklinde, etrafı granitle çevrili depolar. Üzerinde yedi yazan depoya doğru ilerledim ve sessizliğin verdiği gerilimden çok, Feda'yla yüzleşmenin heyecanı beni sarmaladı. 

Üzerinde yedi rakamı olan kare deponun önünde durunca içeriden bir ses duyar gibi oldum. Silahımı çıkarıp kilidin üzerine hedef aldıktan sonra kapıyı bir kurşunla açtım. Aynı şekilde silahımı tutarak içeriye girince, deponun köşesindeki gölgeyi gördüm. İçeriye etrafın belli belirsiz ışığı sızıyordu. Tedbirle yaklaştım ve adamın yüzü açığa çıkınca midemin duvarlarında bulantıyı hissettim.

Feda sonunda karşımdaydı.

Yerde, uzanır haldeydi. Hâlâ yarası olduğu için inliyordu. Varlığımı anladığında ilk garipsedi, doğrulmaya çalışarak, "Sen kimsin?" dedi. "Bana... Bana çabuk bir ambulans çağır. Tanımadığım orospu çocuğunun birisi beni hastaneden kaçırıp buraya kadar sürükledi." Hiç hareket etmediğimi gördüğünde kelepçelenmiş el ve ayaklarına bakarak doğrulmaya çalıştı. "Bir telefon ver, aramam gereken birisi var."

Arkamdan, kapıyı sessizce kapattım ve yaklaştığımda elimdeki silahın farkına vardı. Sustuğu gibi kaşlarını çattı, beni süzerek, "N'apıyorsun lan?” dedi tıslayarak. Gerçekten korkunç görünen bir adamdı. "Kimsin sen? Adını ver, hayatınızı sikeceğim."

Karina bu adamın yüzüne mi bakmıştı? Aman Tanrım... Kim bilir ne kadar korkmuştur.

Karşısında durunca dizlerimi kırıp eğildim ve silah aramızda dururken, aylardır hafızamda tuttuğum yüzünü izledim. Emri Feda vermiş olmalıydı, kızımı neden, niye kaçırdığını anlatmak zorundaydı. Onu sağ bırakmayacaktım ama ondan önce öğrenecek şeylerim vardı. "Beni tanıyor musun?"

"Nereden tanıyayım seni? Sen mi kaçırttın beni? Kimsin?"

Karina'ma da susması için böyle mi bağırdı? Aşkım benim, daha çok ağlamıştır.

"İyi çete üyen kızımı kaçırdılar," dedim kalpsizce. O günü, yağan yağmuru ve aptallığımı hatırlayarak silahı suratına salladım. "Emri veren sen miydin?"

Bir nebze olsun doğrulup omzunu arkasına yaslarken, "Başkasıyla karıştırmışsın, ne çetesi?" diye inkâr etti.

Ben de inkâr ettim kızımın ölümünü. Ama gerçekleri değiştiremedim. O da değiştiremezdi kim olduğunu ve onu öldürecek olmamı.

"Kızım, adı... Karina." Silahı çenesinin altına koyup gözlerine baktığımda, gözlerinin kısılıp bir saniyelik düşünür hal almasını izledim. "Onu senin liderlik yaptığın çeteden iki kişi kaçırdı. Yağmurlu bir günde, arabamın arka koltuğundan aldılar kızımı. Kameraya yansıyan görüntülerden sonra o iki adamın senin çetenin üyesi olduğu anlaşıldı, polisler öyle söyledi." Her şeyi açık açık anlattığım için artık inkâr etmesi çok saçma olacaktı, bunu denememesi için silahı daha sert bastırdım. "Kızıma kaçırılma emrini sen mi verdin? Neden yaptın?"

"Hatırladım," dedi. Gözlerim insanı bir tepki vererek kocaman oldular, demek kızımı hatırlamıştı. "Karina, evet... Onu hatırladım."

Ona saldırmak için bekleyemedim. Boğazına sarılıp sıkmaya başlarken vücudumu da bacaklarına koyup kıstırdım. Silahın ucu çenesine yaslı dururken, "Ne yaptın kızıma?" diye bağırdım korkunç bir acıyla. "Böbreğini almışsınız, boğarak canına kıymışsınız! Neredeyse en acı verici şekilde hayatını sonlandırmışsınız! Neden Karina, neden?"

"Emri ben vermedim!" Dedi, ellerinin ikisiyle beraber beni itmeye çalışırken.

"Yalan söyleme," dedim ve bir anda silahımın hedefini değiştirdim, namluyu şakağına yaslayıp anlaması için vurdum. "Karina'ya dokundun mu? Parmağının ucuyla bile dokundun mu kızıma? Ağlattın mı? Tabi, ağlattın... Sonra susması için ne yaptın? Yüzüne karşı silah çektin mi? Silahın ne olduğunu bile bilmiyordu, onu bu dünyadan, silah seslerinden korumak için aileme bile sırt çevirdim ben! Kilometrelerce yol geldim! Onu uzak tutmak için saklanarak yaşadım, sonra sen her şeyi mahvettin!" Çığlık atarak silahın tersini suratına yapıştırdığımda bana sert bir küfür savurdu. "Kızımı neden kaçırdın?"

"O İtalyan kadınsın," dedi. Beni tanıyordu. Kafasına kodlamıştı. Fakat neden? Neden Karina?

"O İtalyan kadın senin hayatını bitirecek." Suratındaki kan gözlerimin önünde bir gelecek çizdi, Feda'nın geleceğini. Her yerinin kanla kaplı olduğu bir gelecek. 

"Git o Rus piçinin hayatını bitir!"

Uzun saçlarını yüzünden çekip gözlerine eğildim. "Ne Rus piçi?"

"Mark," dedi ve tuttuğum silah elimde patladı, kurşun boşluğa doğru ilerleyip sekti. Rus sözlüm Mark. "Kızının kaçırılma emrini o verdi." Ve gördüğüm gelecek değişti, kanla kaplı olan vücut artık onunkiydi.

BÖLÜM SONU.